“Engelimiz; birlikte çalışma alışkanlığımızın olmayışı ve tabii güvensizlik..”

Termodinamik Dergisi – Nisan 2011 – Söyleşi – Prof. Dr. Nilüfer Eğrican
Nilüfer Hoca’yı, akademik çevreler, sivil toplum örgütleri ve sektör yakından tanıyor. Meslek hayatının pek çok kilometre taşı var. İ.T.Ü. Makine Fakültesi Dekanı, ardından Yeditepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı görevlerini sürdürdüğü dönemlerde ısı ve enerji sektörünün pek çok mesleki etkinliğinde sektörün de içinde, yanında yer aldı. Şimdi Prof. Dr. Nilüfer Eğrican’ın meslek hayatında yeni bir dönem başlıyor. Kurucusu olduğu Suntek International şirketi ile proje ve teknoloji yönetimi alanında yine sektöre hizmet verecek. Şirketin adı, bize önce “güneş enerjisi teknolojileri” odaklı bir faaliyet alanı olacağını düşündürdü. Nilüfer Hoca’mıza sorduk; yanılmamışız. “Güneş enerjisi, şirketin ele alacağı araştırmaların ana temalarından biri, ama enerji alanında, nano teknolojiler alanında ve sektörün rekabetçi, inovatif teknolojiler geliştirmesine yardımcı olacak diğer Ar-Ge projelerinde de görev alacağız. Bu nedenle şirketin adını seçerken ‘teknoloji sunmak’ anlamını da hedefledik. Yani şirketin adı, düalist bir anlam taşıyor” diyor Hocamız. Şirketin Dragos’taki ofisinde hem bu yeni faaliyet döneminin vizyonu, hem de Türkiye’de hızla gelişmekte olan Ar-Ge kültürü üzerine söyleştik.

Yeni Şirket, Yeni Hedefler…
Bu şirketteki faaliyetlerimizin hedefi; özellikle disiplinler arası projeler geliştirmek ve geliştirdiğimiz projelerin ticarileşmesi, ürüne, insanlığın ve toplumun yararına dönüşmesidir. Yani salt bir Ar-Ge projesi yapmak değil, sanayimize katma değer kazandıracak çıktıları olan inovasyon projeleri yapmak. Bu anlayış içinde teknoloji geliştirmek erekecek. Yani araştırmayı yaparken uygun olan teknolojilerin yurtiçinde veya gerekirse yurtdışında bulunması, yurtiçinde veya yurtdışında muhtelif işbirlikleri çerçevesinde  eliştirilmesi söz konusu olacak. Projenin çok paydaşlı olması halinde gereken ‘proje yönetimi’ hizmetini, projenin geliştirilmesi sürecinde danışmanlık hizmetlerini ve gereken eğitimleri vereceğiz. Benim hedefim daha çok, disiplinler arası projeler. Projeler bugün artık tek bir alana hitap etmiyor. Mutlaka en az iki, üç disiplini ilgilendiren projeler söz konusu. İşin başında bunu ağırlıklı olarak irdeleyerek hangi disiplin gerekiyorsa projenin içinde yer almasını sağlayacağız ve farklı disiplinlerdeki kişilerin birbirini anlamaları ve daha verimli çalışmaları, daha iyi sonuç almaları için süreç boyunca bazı eğitimleri vereceğiz.

Bu çalışmalar için çok farklı disiplinlerden, yurtiçinde ve yurtdışında faaliyet gösteren kişi ve kuruluşları yakından tanımak, farklı disiplinler arasında proje hedefleri doğrultusunda gelişmiş bir entegrasyon deneyimine sahip olmak çok önemli. Çalıştığım akademik kurumlar ve uluslararası meslek örgütleri içinde sürdürdüğüm çalışmaların kazandırdığı çevre ve birikimin değeri, şimdi Suntek International’da daha fazla sektöre dönecek. Bu süreçte hem üniversiteler, özellikle üniversitelerin içindeki Ar-Ge merkezleri, hem de sanayi kuruluşlarından yararlanacağız. Şu anda yukarda bahsedilen hususlar çerçevesinde yürüyen birkaç projemiz bulunuyor. Ayrıca iki sanayi kuruluşumuzu, ABD’deki iki saygın sanayi kuruluşu ile ortak yapma yolunda başlattığımız çalışmalar hızla ilerlemektedir. Üniversiteler için de birtakım hizmetler sunacağız. Mesela, Kurumsal ilerleme (strateji haritaları, vizyon, misyon, hedefler), European Universities Association (EUA) -Institutional Evaluation Programme (IEP), Avrupa Üniversiteler Birliği-Kurumsal Değerlendirme Programı için başvuru, kurum özdeğerlendirme raporlarının yazılması, gerekli bilgilerin toplanması, görüşmelerin yapılması, değerlendiricilerin daveti, ziyaretlerin organizasyonu, Araştırma Projeleri Ofisi yapılandırılması, Teknoloji Transfer Ofisi yapılandırılması, Teknopark müracaat dosyalarının hazırlanması, takibi ve sonuçlandırılması, enerji yüksek lisans – doktora programı yapılandırılması, YÖK Başvuru dosyalarının hazırlanması, gerektiğinde programın yürütülmesi konularında üniversitelere danışmanlık hizmetleri vereceğiz. Yine Ar-Ge projelerinin geliştirilmesi ve yönetimi, Ürün Geliştirme ve Yönetimi, Fikri haklar yönetimi ve organizasyonu, Teknoloji transferi faaliyetlerinin yürütülmesi, Yenilikçi ve teknoloji tabanlı iş geliştirmeye yönelik danışmanlık hizmetleri, Girişimci geliştirme programlarının yürütülmesi, gibi konularda faaliyet göstereceğiz; AR-GE projeleri önerme, yönetme, sonuçlandırma aşamalarında bilgi ve yönlendirme desteği de sağlayacağız.

Türkiye’de Ar-Ge veya Ür-Ge Faaliyetleri, Teknoloji Geliştirme Açısından Hangi Düzeyde?
En büyük sıkıntı üniversitelerin halâ sanayiyi çok iyi tanımaması, sanayinin de kendilerini ilgilendiren alanlarda çalışmaları olan, kendilerine yardımcı olabilecek hocaları saptayamaması ve onlara ulaşamamasıdır. Üniversitelerde özellikle son yıllarda- gerçekten yeni teknikleri öğrenmiş çok değerli gençler var. Bu kişilerin sanayi tarafından keşfedilebilmesi için gereken bağlar, sistemler eskiye oranla daha iyi olmakla birlikte halâ zayıf sayılır. Bu kişilerin başta teknoparklar olmak üzere, yapılan çeşitli faaliyetlerin, araştırmaların içinde yer alması, özellikle yurtdışından yeni dönmüş araştırmacıların kariyer projesi adı altında uzmanlıklarını biraz daha geliştirebilecekleri projelere yönelmelerinin sağlanması, bunun için teşvik sisteminin geliştirilmesi çok önemli. Fakat halâ pek çok üniversitede üniversite-sanayi işbirliğini geliştirebilecek, söz konusu değerli araştırmaların, araştırmacıların sanayi tarafından keşfedilebilmesine yardımcı olabilecek ofisler yok. Tübitak’ın oluşturduğu bazı siteler, bu amaca hizmet ediyor. Üniversitelerde de ‘benim şöyle bir projem var’ dediğinizde, sizi o projeyi yapacak ekibe yönlendirebilmeleri gerekir. Biz bunu İ.T.Ü.’de yapmaya çalıştık, ‘Üniversite Sanayi İşbirliği Bürosu’ kurarak hocalarımızın faaliyet alanlarıyla ilgili kataloglar hazırladık. Daha sonra hocalarımızı belirli kuruluşlara götürdük ve onlarla beraber prosesleri inceledik, problemleri nelerdir, etkin çözümler neler olabilir sorularına yanıtlar aradık, öneriler getirmeye ve tartışmaya başladık. Gerçekten de bu çalışmaları birlikte yaptığımız genç arkadaşlarımız, birçok sanayi kuruluşunun danışmanı oldular ve sanayi kuruluşları bu hizmetlerden önemli kazanımlar elde ettiler.

Tabii ki internet, web siteleri, sosyal paylaşım siteleri çok önemli kaynaklar. Fakat bazen web sitelerinin de yeteri kadar güncellenmediğini, yeteri kadar faydalı olamadığını görüyoruz. Ayrıca bir sanayi kuruluşu ile ilgili yapılacak bir çalışmanın, bir araştırmanın gerçekten yarara dönüşebilmesi için o kuruluşa bizzat giderek, olanaklarını analiz ederek, karşılıklı görüşerek fikirlerin geliştirilmesi ikame edilemez öneme sahiptir.

Ar-Ge Bir Kültür ve Sabır İşi
Ülkemizde de Ar-Ge’nin, Ür-Ge’nin önemi yadsınamaz hale gelmiştir. Dikkate değer birtakım çalışmaların da yapıldığını görüyoruz. Ama henüz sanayimizin rekabetçilik gücü açısından ihtiyaçlarını karşılayabilir düzeye eriştiğimizi söyleyebilmek mümkün değil. Zira Ar-Ge bir kültür meselesi, bir alışkanlık meselesi. Yani o kültür, o alışkanlık olmadan salt bir bütçe ayırabilmeyi, bir teşvik sağlayabilmeyi başarmak yeterli olmuyor. Bir de, Ar-Ge bir sabır işidir. Çok kolay bir olay değildir. Ama bu sabrı gösteren kurumların dünya rekabeti içinde ilk sıralarda yer aldığını, kendi ürünlerini yapabildiklerini, markalarını yaratabildiklerini, dünyada kendi alanlarında söz sahibi olduklarını görüyoruz. Bir kere Ar-Ge sistemini döndürdüğünüz zaman o sistemden ticari olarak da yararlanıyorsunuz. Türkiye’de en büyük zaaflardan biri, insanların birlikte çalışma alışkanlıklarının olmamasıdır. Grup çalışmasına yatkın olmayışımız ve böyle bir grubu yönetecek deneyimde, yeterli sayıda kişinin olmayışı gelişme hızımızı kesiyor. Özellikle de söz konusu grup, üniversite ve sanayinin bir arada olduğu bir grupsa aynı dili konuşamamaktan kaynaklanan verimsizlikle karşılaşıyoruz. Onların birbirlerini anlamalarında etkili olacak bir yönetici bulunduğu zaman, çalışma ivme kazanıyor ve bir süre sonra grup mensupları birbirleriyle çalışabiliyorlar. Demek ki insanların beraber çalışma kültürünü kazanması gerekiyor. Bunun için de insanların birbirine biraz daha fazla güvenmesi, bilgiye biraz daha fazla önem verilmesi lazım. Bilgi bir gün içinde elde edilmiyor. Bilgi kaynakları ne kadar artarsa artsın, bilgi birikiminin oluşturulması uzun zaman alıyor. Bilginin kıymetini sanayinin takdir etmesi gerekiyor. Hocalarımız da sanayi ile yakınlaşmaya önem vermeli. Hiçbir sanayi projesinde yer almamış, danışmanlık yapmamış, öğrencisini sanayiye göndermemiş, sadece derse girmiş, literatür tarayarak makalelerini yazmış, böylece kariyerini tamamlamış çok sayıda hocamız var ne yazık ki. Böyle bir hocanın sanayi projelerinde yardımcı olabilmesi mümkün değil. Akademisyen olmayı planlayan öğrencilerin öğrencilik yıllarında ve genç akademisyenlerin ilk senelerinde, deneyimli hocalar yardımıyla sanayi projelerinin içinde yer alması, sanayide ne olup bittiğini algılaması açısından yardımcı olacaktır. Teorik çalışmalar, bilimsel çalışmalar şüphesiz ki çok kıymetli ama bunların uygulamaya, faydaya dönüştürülebilmesi halinde onca emek ana amacına ulaşacaktır.

Akademik Prosedürler Gözden Geçirilmeli
Birçok üniversitemizde akademik yükseltmelerde halâ sanayiyle olan çalışmalara ve oluşturulan patentlere puan verilmiyor. Sadece makalelere, kitap ve bazı bilimsel etkinliklere puan veriliyor. O sebeple üniversitelerin sanayi faaliyetlerine, projelerine değer vermesi ve akademik yükseltmelerine mutlaka bunlarla ilgili belirli bir puanın zorunlu olarak alınması koşulunu koyması gerekiyor. Böyle olunca zaten bilim insanları o yöne gider. Ayrıca bu tür faaliyetlerinden bir kazanç da sağlarsa daha da teşvik edici olur. Bir de yenilikçi, vizyoner bakış açılarını iyi değerlendirebilmek gerekiyor. Örnek vermek gerekirse; 80’li yılların başında yurtdışından İ.T.Ü. Makine Fakültesi’ne döndüğümde doktoramda da sayısal çalışma yaptığım için- sayısal çalışmaların, metotların rekabet gücünde son derece önemli olduğunun üzerinde çok durdum. Gençlerimizin bu yönde yetiştirilmesine dikkat çektim. Simülasyon çalışmaları, modelleme çalışmaları, daha hızlı prototiplerin oluşturulması acısından çok önemli. Ülkemizde bu alana yatırım yapmak konusunda geç kalındı. BEP-TR de istenilen sonucun alınamamasında, karşılaşılan problemlerde eksiklikleri hep birlikte izledik. Bu tür çalışmaların önemine zamanında inanmadığımız için şimdi hızlı yol alamıyoruz. Yurtdışındaki çalışmaları incelemek, bunlara teorik gözüyle bakmamak, biraz saygı göstermek, bunların faydaya dönebileceğini görmek lazım.

Ar-Ge Teşvik Yasası Yeterince Algılanamadı
Ar-Ge teşvik yasası çıktığında, beklentileri karşılamadığına dair bir kanaat ön plana çıktı. Özellikle teşvikten yararlanabilmek için koşul olarak gösterilen Ar-Ge personeli sayısının yüksek oluşu, çok eleştirildi. ‘Bırakın Ar-Ge personelini, firmamda toplam o kadar personel yok’ diyenler, Ar-Ge teşvikleri konusunda ümitlerini kestiler. Bir yandan bu bir gerçeği ifade ediyor. Ama öbür yandan kanunda öyle detaylar da var ki, proje geliştirmeniz halinde yasadan yararlanabiliyorsunuz. Bir projeyi ya başka sanayi kuruluşlarıyla, ya da üniversitelerle geliştirebilir ve vergi muafiyeti alabilirsiniz. İki kişilik bir KOBİ’nin bile yararlanabileceği teşvik var. Yani küçük firmalar da işbirlikleri, ortak projelerle teşvikten yararlanabiliyor. Ama tabii anlaşılması kolay değil, anlatılması lazım. Kanunları yapan yetkili kuruluşların; “burada bu noktalar da var, bunlardan da yararlanın” demesi gerekir. En küçük KOBİ dahil, sanayi kuruluşlarının da; “bana hiç hitap eden bir şey yok mu burada” diye sorgulaması gerekir. Yanlış sorgulamalar, yanlış tartışmalar her zaman aleyhimize oluyor. Daha sağduyuyla, daha seviyeli, örnekleri iyi inceleyerek tartışmalıyız. Tüm teşviklerde, desteklerde birtakım bürokrasiler, birtakım sıkıntılar olabilir. Uygulandıkça anlıyorsunuz neyin nasıl olması gerektiğini. Desteğin nasıl kullanılacağı, nasılbaşlanacağı, sürecin nasıl yönetileceği, genellikle bilinmiyor. Bu arada da eğer ödenecek para, destek de bir sene sonra verilirse o zaman sanayi kuruluşu destek için müracaat etmiyor. ‘Ben harcamalarımı yapıp bir sene sonra parasını alıyorum’ eleştirisi ile çok karşılaştım. Bunlar yine de konuşularak aşıldı, düzeltildi, öğretildi ve bugün örneğin TEYDEB projelerinin çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Sanayi yavaş yavaş bu teşviklerden istifade edebilmeyi öğrendi. Ardından KOSGEB ,TTGV, çeşitli Bakanlık destekleri çıktı. Bir fuara gitmek, yeni iş kurmak için destek veriliyor. Bölgesel çalışmalara daha fazla destek vermek için Kalkınma Ajansları kuruldu. Sanayide Ar-Ge’ye yatırım yapılmamasının en büyük nedeni “ben bu yatırdığım paranın karşılığını hemen alamıyorum” düşüncesi. Oysa bunun karşılığı fazlasıyla ticari olarak kazanılıyor, ama belirli bir seneden sonra, katlayarak kazanılıyor.

Sürdürülebilirlik, Uzun Vadeli Projelerin Dışlanmamasını Gerektirir
Hep kurumsallaşmaya, plana, programa, politikalara, uzun vadeli hedeflere inanmış bir insan olarak, finansal güçlükleri uzun vadeli yatırımlardan kaçınmak için tek başına yeterli bir mazeret olarak görmüyorum. İnsanların eğer 5 yıl, 10 yıl, 30 yıl sonrasını öngörebilecek bilgileri ve sistemleri yoksa o kurumların istenen yere gelmesi mümkün değildir. Kurumsallaşmaya, stratejik eylem planlarına gereken enerjiyi sarf ettiğinizde kurum, sıçramalar yapabiliyor. Bunları yapmadığınız zaman yine de bir yere kadar gelişme gösteriyorsunuz ama bu çok vasat bir gelişme oluyor. Son çalıştığım kurumda, son 4 yılda 411 proje geliştirdik. Son bir yılda 22 patent oluşturduk. Bu, kurduğumuz sistemle, yaptığımız işbirlikleriyle, koyduğumuz hedeflerle oldu.

Bürokrasinin Getirdiği Handikaplar Aşılabilir
Bürokrasinin “keşke olmasa” dedirten geciktirici, bazen de caydırıcı sonuçları olabiliyor. Ama bürokrasiyi gelişmenin önündeki tek engelmiş gibi görmek, payımıza düşen sorumluğu da görmezden gelmek demek. Bürokrasinin süreç üzerindeki olumsuzluklarını, yapıcı eleştirilerimizle azalmasını sağlayabiliriz. Tespitlerimizi sadece sözlü değil, yazılı olarak bildirebiliriz. ‘Ben bunlardan yararlanabiliyorum ama, şu sıkıntıları çektim, bunlar düzelmeli’ denmesi gerekiyor. ‘Bunun için şunlar yapılabilir’ şeklinde öneriler sunulabilir. Genellikle eleştiriyoruz ama öneri getirmiyoruz. İnanın iletilen düşünceler, bu destekleri sağlayan yerlerde gözden geçiriliyor. Ülkemizin kendine has bazı sıkıntıları elbette var. Belki insan kaynağımızın da yeterli olmayışından dolayı halâ gelişmiş ülkelerdeki Ar-Ge seviyesine ulaşamadık. Ama çok mesafe aldık. Hem üniversitelerin hem de sanayinin bunu anlayıp mümkün olduğu kadar sahiplenmesi lazım. Geçenlerde bir toplantıda çok saygıdeğer bir hocamız; bir San-Tez projesini iade ettiğini söyledi. Nedenini sorduğumda ‘çünkü öğrenci proje kapsamında sigortalanmıyor’ dedi. İki gün önce Ankara’da Sanayi Bakanlığı AR-Ge Müdürlüğü’ndeydim ve prosedürün detayını öğrendim. Sigortalanma imkânı var, bunun yolunu gösteriyorlar. Ayrıca bilindiği üzere proje bütçesinin % 75’i teşvik olarak veriliyor, sanayi kuruluşu sadece % 25’ini ödüyor ve ortaya ticarileştirebileceği bir ürün çıkıyor. Bu durumda, firmaya o iş için öğrencinin sigorta masraflarını üstlenmesi ricasında bulunulabilir. Vazgeçmek yerine yöntem sorulabilir, çıkış yoları bulunabilir. Biz bu yollara gitmeden çabuk pes ediyoruz.

San-Tez projelerinin yaygınlaşmasını arzu ediyorum. Çünkü üniversitesanayii işbirliğinde güzel bir model. Bu modeli yıllar evvel, İ.T.Ü. Makina Fakültesi Dekanıyken, Arçelik Ar-Ge Direktörlüğü ile uyguladık. Öğrencilerimizi Arçelik Ar-Ge birimine yerleştirdik, hem yüksek lisans, hem doktora tezlerini ürüne dönüşebilecek, ti carileşecek calışmalar olarak belirledik ve oradaki proje yöneticileri ile birlikte yönettik. Öğrenciler proje takımı içinde çalışmalarını sürdürdüler. Olumlu sonuçları görmek, diğer üniversite ve sanayi kuruluşlarına yayılan modelimizin gelişerek San-Tez Proje desteğine dönüşmesi ve ulusal boyutta uygulanması bizleri çok mutlu ediyor.

Ortak Projelerde Güven Kaosu
Özellikle Avrupa Birliği projelerine dahil olan arkadaşlarımız yaşadı; hem üniversiteler hem sanayi, hatta rakip firmalarla beraber çalışırken fikir haklarının korunabileceği konusunda bir güven sorunu ortaya çıktı. ‘Benim düşüncemi rakiplerim öğrenir, benden önce uygulayabilir, bu riske girmemeliyim, böyle bir riskin olduğu projeye katılmamalıyım’ deniyordu. Bunun doğru olmadığını, tam tersine katıldıkları proje sayesinde kendi firmasına ne kadar farklı düşünceleri, fikirleri taşıyabildiklerini gördüler. Çok daha değerli bir ürün elde edebildiler ve rekabet güçleri arttı. Güven sorunu işin başında Arçelik’te de karşımıza çıkmıştı. Firma tabii ki oradaki bilgilerin kesinlikle hiçbir yere sızmamasını isteyecek, bu en doğal hakları. Bu kaygıları bertaraf edecek gizlilik sözleşmesi imzaladık ve hiçbir sorunla da karşılaşmadık. AB projelerinde de benzer sözleşmeler imzalanıyor. Böylelikle o projenin içinde yer alan insanlar hiçbir şekilde bunları kullanma ve yayma hakkına sahip olmuyor. Yani güvensizliğin beslediği kaygılara teslim olmanın bir faydası yok. Aksi takdirde güven problemi, gelişmenin önündeki en önemli engele dönüşebiliyor. İnsanların eğitim düzeyi ve beraberinde özgüvenleri de yükseldikçe, olaylara daha farklı yaklaşıyor, daha farklı bir bakış açısı, daha farklı bir algı geliştiriyor. Yani meseleleri çözme yeteneğimiz ile algılama biçimimiz arasında sıkı bir ilişki var.